Psikolojik Destek Hizmetleri

SOSYAL FOBİ

Sosyal fobi kişinin insanların içinde aşırı kaygılı ve huzursuz hissetmesi ve bu şekilde hissetmemek için insanların içinde olmaktan, onlarla ilişki kurmaktan kaçınması durumudur. Sosyal fobisi olan kişiler kişilerarası ilişkilerde uzak, utangaç ve alıngan olabilirler. İlk kez tanıştıkları biriyle göz teması kurmaktan kaçınabilirler; mesafeli ve kararsız olabilirler. Bu tavırları sebebiyle karşı taraf onun hakkında “Galiba yakınlık kurmak istemiyor” şeklinde düşünebilir. Bir topluluk önünde konuşmaktan, sunum yapmaktan, bir ortamda söz almaktan veya toplantıda görev almaktan dolayı çekinebilirler. Bununla birlikte bir lokantada tek başına yemek yemekten, umumi tuvaletleri kullanmaktan, kendisinden kademe olarak üst seviyede biriyle irtibata geçmekten veya kendisinden farklı olduğunu düşündüğü biriyle ilişki başlatmaktan dolayı huzursuzluk hissedebilirler. Bu huzursuzluğu hissederken kişi aynı zamanda kalbin hızlıca çarpması, ağzın kuruması, sesi ve elin titremesi, terleme, sıcak basması, yüz kızarması, kasların gerilmesi ve nefes almakta zorluk gibi bedensel belirtiler yaşayabilir.

Aslında hepimiz doğamız gereği sosyal varlıklarız. Hayatta kalabilmek için birbirimize ihtiyacımız var. Fakat yine de sosyalleşmekten dolayı kaygı duyabiliyoruz. Bunun sebeplerini inceleyen çalışmalar gösteriyor ki; çevresel ve genetik etkenlerin yanı sıra erken çocukluk döneminde çoğunlukla akran zorbalığına, alaya, eleştiriye, duygusal olarak kötü kullanılmaya, ebeveynlerin sözel şiddetine; ebeveynlerin kendi arasındaki çatışmaya ve ayrılık sürecindeki zorluklara maruz kalan çocuklar sosyal fobi geliştirebiliyorlar. Diğer bir taraftan aşırı koruyucu ebeveyn davranışları da her ne kadar olum olarak bilinse de aslında çocuğun ilerleyen zamanlarda kendi duygularını tanıyamayan veya duygularını ifade etmede zorluk yaşan bir birey olmasına sebep olabiliyor. Örneğin utangaç, kendini ifade etmede güçlük yaşayan ve kaçınma davranışları gösteren bir çocuğu ele alırsak annenin çocuğuna gösterdiği tutum önemlidir. Böyle bir durumda annenin teşvik edici ve destekleyici bir ebeveyn tutumu sergilemesi beklenebilir. Fakat bunun yerine iyi niyetle olsa dahi çocuğun girişken olması için sosyal zorluk yaşadığı durumlarda çocuğun mizacını göz ardı ederek, perçinlemek adına ona kızması, daha da utandırması veya çocuğuna çok üzüldüğü için onu kaygı yaşayabileceği ortamlardan uzaklaştırması çocuğun kaçınma davranışlarını beslediği gibi sosyal fobiye olan yatkınlığını da pekiştirecektir. Ayrıca “Büyüklere karşı gelinmez” veya “Uslu çocuk ol” gibi söylemlerle büyümek sosyal fobinin oluşmasına zemin oluşturabilir.

Sosyal fobinin temelinde “Başkaları beni izliyor” kaygısı yatar. Bu kaygı başkalarının onayını alamama, eleştiriye karşı aşırı duyarlılık veya yetersiz olma ile ilişkili olabilir. Sosyal fobisi olan birey için karşıdaki kişi “izleyici” konumundadır. Bir iletişim yokken  kişi bir restoranda tek başına yemek yerken başkası tarafından fark edilmek veya garsonla göz göze gelmek bile onun izlendiği anlamına gelebilir. Diğer bir taraftan kişi herhangi bir izlenme tehdidi olmaksızın ileride karşılaşabileceği onay alamama ve eleştirilme durumlarına karşın o an ile karşılaştığında ne söyleyeceği ve nasıl davranacağı ile ilgili zihinsel provalar yapabilir. Birey her ne kadar bunu kaygısını azaltmak için yapıyor olsa da aslında zihinsel prova sosyal fobinin devamına sebep olacaktır.

Sosyal Fobinin Tedavisi

Psikoterapi sürecinde sosyal anksiyetenin meydana gelmesine ve sürmesine sebep olan otomatik düşünceler ve kök inançlar ile çalışılabilir. Özellikle Şema Terapi ve Bilişsel Davranışçı Terapi ekollerinin bu süreçte oldukça etkili olduğu bilinmektedir. Bir olay ile sosyal anksiyetesi tetiklenen kişi olaya ilişkin olarak hemen o anda bir düşünce geliştirebilir. Bu tarz düşüncelere “otomatik düşünceler” denir.  Örneğin, o anda aptalca davrandığını, bulunduğu ortamda olmaması gerektiğini veya orada bulunmaya değer olmadığını düşünmek gibi. Psikoterapi süreci, gerçeği yansıtan veya gerçeğe yakın objektif alternatif düşünceler üretmek, düşüncenin doğru olup olmadığını sorgulatan kanıt-karşıt kanıt teknikleri ile kişinin daha sağlıklı bir bakış açısı geliştirebilmesi için ona destek olabilir. Çünkü otomatik düşünceler çoğunlukla kendimize dair olumsuz ve yanlı/taraflı ifadeler içerebilir. Diğer bir yandan tetikleyici olay ile birlikte ortaya çıkan otomatik düşünceler, erken çocukluk döneminde edindiğimiz duygu ve olumsuz düşünce kalıpları yani “kök inançlar” ın habercisi olabilir. Örneğin olay sırasında saçmaladığını, aptal gibi davrandığını ve ortama kendini layık görmeyen kişinin temelde “Yetersiz biriyim”, “Başarısız biriyim”, “Zayıf biriyim” ve “Tuhaf biriyim” gibi kök inançları olabilir. Tabi ki bu örnekler çoğaltılabilir. Kök inançların da kendimizden yana olumsuz imgeler olduğunu ve objektif olmadığını unutmamak gerekir. Yukarıdaki tekniklerin yanı sıra şema terapi yaklaşımıyla çocukluk döneminde kök inançlarımızın oluşmasına neden olan olumsuz anılarla yaşantısal/imajinasyon teknikleri ile çalışabilir. Psikoterapiye ek olarak -hatta psikolojik rahatsızlığın boyutuna göre birincil de olabilir- bu alanda uzman bir psikiyatrist ile ilaç tedavisi oldukça etkili olabilir.